Safiye Yılmazer Uruk
Köşe Yazarı
Safiye Yılmazer Uruk
 

ÜNİVERSİTELİ OLMAK

İlk başta kulağa oldukça hoş gelen bir kavram olmasına rağmen ‘‘üniversiteli olmak’’ içeriğinde birçok sorumluluğu barındıran bir ayrıcalıktır. Ülkemizin birçok üniversitesi ‘‘2 Ekim’’ itibariyle derslere başladı. Birçok öğrenci de akabinde yurtlarına yerleşmiş olarak üniversite yaşamına başlamış bulunuyor. Kimi öğrenci üniversite yıllarında hayatlarının en özel anını yaşarken kimi öğrenci ise üniversiteli olamadan eğitim sürecini tamamlıyor. Halbuki bana göre insanın yaşamı boyunca taşınan bir apolettir; ‘‘üniversiteli olmak…’’Bekli de ilkokul ortaokul ve lise diye sırasıyla giden ezberlenmiş yaşamımızın değişim yeridir. Çoğumuzun ailelerinden ilk kez ayrıldığı, hayatla yüzleştiği yerdir üniversiteler. Aileden alınan ekonomik yardımların yanı sıra, burslar ya da yarı zamanlı da olsa iş yaşamına girip ekonomiyle yüzleşmektir. Bir taraftan ilimle, bilimle uğraşırken belki de çoğumuz için ekonomik ya da aşk acısıyla yanıp tutuşmaktır. Ailelerinden ilk kez ayrı yaşayacak olan gençlerin kendilerini keşfettikleri yerdir, üniversiteler. Kendi ayakları üzerinde durmayı başaran gençler hayatlarında karşılaştığı sorunların üstesinden gelmeyi de gittikleri üniversitelerde öğreniyorlar. Bir ‘‘döner-ayranla’’ hem öğle hem de akşam yemeğini geçirmekten, yurttaki yemekleri beğenmeyenler için anne yemeğinin değerinin kat be kat arttığı yıllar olarak da adlandırılabilir. Genel itibariyle üniversite yılları; yirmili yaşlarda başlayan ve tekrarı olmayacak olan anları bünyesinde barındırır. Yakın çevredeki herkes de öğrencilere öğüt verir, herkes yol göstermeye başlar ama öğrenciler yine hayatın akışına göre yaşamaya devam eder. Vize, final, kampüs, yurt, öğle yemeği, misafir öğrenci, kütüphane, öğretim üyesiyle öğretim görevlisinin farkı neydi gibi kavramlarla ilk kez karşılaşan öğrenci; eline kepi ve diplomasını aldığı zaman ‘‘ne güzel yıllarmış’’ diyerek tekrar memleketine döner. Mezuniyet töreninde ise iyisiyle kötüsüyle yaşanan tüm anılar keple birlikte havaya atılır. Hatta birinci sınıftayken gelmek istenmeyen şehir, mezun olunduktan sonra buruk bir tatla da olsa yüreklerde yaşamaya devam eder. Yıllar geçse dahi, üniversitede yaşanılan şehrin haberlerinin takibinden, hava durumlarının takibine kadar vazgeçilmeyerek özlemle bakılabilen şehir olarak da kalabilir… Bu noktada özellikle üniversite yaşamına yeni adım atmış olan gençlere naçizane bir öneride bulunmadan geçemeyeceğim.Gençler, her ne kadar sosyal baskılara maruz kalsanız da hazır hissetmediğiniz bir bölümü okuyacak olsanız da yine de hayattaki hedeflerinizi ertelemeyin derim! Nereden biliyorsun diye sorarsanız; liseden sonra seçtiği bir bölümü okuyarak lisans eğitimini alan,ardından yüksek lisansını da tamamlayançok yakından tanıdığım birhukuk öğretmeni, ilkokuldan beri hayalini kurduğu yazarlık hayatına, bir kardelen azmiyle çoktan başladı. Şu an ise; çocukluğundan itibaren gözlemlediği olay ve durumlarıkâğıda dökerekhayallerini gerçeğe dönüştürmüş olmanın ve hedeflerini çevresel tüm baskı ya da zorbalıklara rağmen gerçekleştirmiş olmanın gururunu yaşadığını söylüyor. Ha, peki sen onu nereden tanıyorsun diye de sormayın amaözellikle üniversite hayatına yeni başlayacak olan gençlerin sosyal baskılardan uzak kalabilmesi dileğimin yanında, üniversiteli gençlerimize de günün sözüne ve hedeflerine odaklanmalarını önerebilirim… Günün sözü; “Gecenin en karanlık anı, güneşin doğmasınaen yakın andır!”
Ekleme Tarihi: 06 Ekim 2023 - Cuma
Safiye Yılmazer Uruk

ÜNİVERSİTELİ OLMAK

İlk başta kulağa oldukça hoş gelen bir kavram olmasına rağmen ‘‘üniversiteli olmak’’ içeriğinde birçok sorumluluğu barındıran bir ayrıcalıktır.

Ülkemizin birçok üniversitesi ‘‘2 Ekim’’ itibariyle derslere başladı. Birçok öğrenci de akabinde yurtlarına yerleşmiş olarak üniversite yaşamına başlamış bulunuyor. Kimi öğrenci üniversite yıllarında hayatlarının en özel anını yaşarken kimi öğrenci ise üniversiteli olamadan eğitim sürecini tamamlıyor.

Halbuki bana göre insanın yaşamı boyunca taşınan bir apolettir; ‘‘üniversiteli olmak…’’Bekli de ilkokul ortaokul ve lise diye sırasıyla giden ezberlenmiş yaşamımızın değişim yeridir.

Çoğumuzun ailelerinden ilk kez ayrıldığı, hayatla yüzleştiği yerdir üniversiteler.

Aileden alınan ekonomik yardımların yanı sıra, burslar ya da yarı zamanlı da olsa iş yaşamına girip ekonomiyle yüzleşmektir.

Bir taraftan ilimle, bilimle uğraşırken belki de çoğumuz için ekonomik ya da aşk acısıyla yanıp tutuşmaktır.

Ailelerinden ilk kez ayrı yaşayacak olan gençlerin kendilerini keşfettikleri yerdir, üniversiteler. Kendi ayakları üzerinde durmayı başaran gençler hayatlarında karşılaştığı sorunların üstesinden gelmeyi de gittikleri üniversitelerde öğreniyorlar.

Bir ‘‘döner-ayranla’’ hem öğle hem de akşam yemeğini geçirmekten, yurttaki yemekleri beğenmeyenler için anne yemeğinin değerinin kat be kat arttığı yıllar olarak da adlandırılabilir.

Genel itibariyle üniversite yılları; yirmili yaşlarda başlayan ve tekrarı olmayacak olan anları bünyesinde barındırır. Yakın çevredeki herkes de öğrencilere öğüt verir, herkes yol göstermeye başlar ama öğrenciler yine hayatın akışına göre yaşamaya devam eder.

Vize, final, kampüs, yurt, öğle yemeği, misafir öğrenci, kütüphane, öğretim üyesiyle öğretim görevlisinin farkı neydi gibi kavramlarla ilk kez karşılaşan öğrenci; eline kepi ve diplomasını aldığı zaman ‘‘ne güzel yıllarmış’’ diyerek tekrar memleketine döner.

Mezuniyet töreninde ise iyisiyle kötüsüyle yaşanan tüm anılar keple birlikte havaya atılır. Hatta birinci sınıftayken gelmek istenmeyen şehir, mezun olunduktan sonra buruk bir tatla da olsa yüreklerde yaşamaya devam eder. Yıllar geçse dahi, üniversitede yaşanılan şehrin haberlerinin takibinden, hava durumlarının takibine kadar vazgeçilmeyerek özlemle bakılabilen şehir olarak da kalabilir…

Bu noktada özellikle üniversite yaşamına yeni adım atmış olan gençlere naçizane bir öneride bulunmadan geçemeyeceğim.Gençler, her ne kadar sosyal baskılara maruz kalsanız da hazır hissetmediğiniz bir bölümü okuyacak olsanız da yine de hayattaki hedeflerinizi ertelemeyin derim!

Nereden biliyorsun diye sorarsanız; liseden sonra seçtiği bir bölümü okuyarak lisans eğitimini alan,ardından yüksek lisansını da tamamlayançok yakından tanıdığım birhukuk öğretmeni, ilkokuldan beri hayalini kurduğu yazarlık hayatına, bir kardelen azmiyle çoktan başladı.

Şu an ise; çocukluğundan itibaren gözlemlediği olay ve durumlarıkâğıda dökerekhayallerini gerçeğe dönüştürmüş olmanın ve hedeflerini çevresel tüm baskı ya da zorbalıklara rağmen gerçekleştirmiş olmanın gururunu yaşadığını söylüyor.

Ha, peki sen onu nereden tanıyorsun diye de sormayın amaözellikle üniversite hayatına yeni başlayacak olan gençlerin sosyal baskılardan uzak kalabilmesi dileğimin yanında, üniversiteli gençlerimize de günün sözüne ve hedeflerine odaklanmalarını önerebilirim…

Günün sözü; “Gecenin en karanlık anı, güneşin doğmasınaen yakın andır!”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve adanayerelhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.