Bir kere geliyoruz dünyaya… İnsan fıtratında yaşamak, insanca yaşamak bu kadar mı zordu? Merhamet etmek, paylaşmak ve korumak peki, bu kadar mı zorlaştı?
Değerli okurlarım, bir süredir sizlerde olduğu gibi benim de hayretlerle izlemek zorunda kaldığım gündemlerle karşı karşıyayız… Nereden başlayacağımı bilemesem de nereye varmak istediğimi biliyorum en azından… Ancak sormak istiyorum, gözümüzün önünde işlenen vahşetlere karşı bu kadar mı alıştık?
Bir iklim yasasıdır, bir sokak hayvanları uyutulsun yasasıdır aldı başını gitti… Sokaklarda can çekişen hayvanlar, rant uğruna yakılan ormanlar ve söylerken dahi dilimizin varmadığı, birer birer öldürülen kadınlar… Hepsi de aynı soruyu sorduruyor hâliyle; biz ne ara bu kadar sessiz, bu kadar umursamaz olduk, dersiniz?
Kadınlar… Evlerinde, sokaklarda, iş yerlerinde öldürülüyor. Adı; “aşk”, “namus”, “kıskançlık” olan cinayetler aslında tek bir kelimeyle özetlenebilir bana göre: Vahşet!
Hayvanlar… Bizden sadece biraz yiyecek ve su isteyen, sokaklarda gördüğümüzde başlarını okşayarak korkularını tetiklemeden ve isteklerini konuşarak dile getiremeyen Allah’ın dilsiz, masum kulları…
Ormanlar… Bir zamanlar gölgesinde dinlendiğimiz, ailece pikniğe gittiğimizde çocukken içinde saklambaç oynadığımız ağaçlar… Akciğerlerimiz… Her yangın, sadece ağaçları değil; ormanda yaşayan tüm canlıları, su kaynaklarını ve iklimimizi de öldürmüş oluyor… Yangınların dumanı ise her sessiz kalışın utancı ile birlikte göğe karışıyor, farkında mısınız? Ve orman yangınlarındaki en acı gerçekse, “doğal afet” değil, insan denilen mahlûkatların kendi elleriyle işledikleri suç! Öyle olmalı ki yangınlar sonrası birer ikişer yakalananlar oldu biliyorsunuz…
Şimdi bana, bunların her biri ayrı vahşet ama birbiriyle ne ilgisi var diye şaşıranlar olabilir. Şaşıracak hiçbir şey yok aslında. Çünkü birbirinden ayrı gibi görünüyor olsalar da bu bahsettiğim vahşetlerin ortak bir yanı var: Toplumumuzu alıştırıp çürütme! Yani insanlığın çürümesi de diyebiliriz değerli dostlarım…
Hayvana acımayan, ağacı korumayan, kadına değer vermeyen bir zihniyetin toplumu kuşatmasından bahsediyorum… Ve tüm bunlara sessiz kalıp sanki hiçbir zaman kendi hayatını etkilemeyeceğinden emin gibi boş bir yanılgıya kapılan, sessiz kalanların, görmezden gelenlerin de sayısının artması.
Hâlbuki hayat öyle bir şey değil bildiğiniz gibi… Yani konuşmanın bedeli ağırsa, sessizliğin bedeli herkes için çok daha ağırdır! Sanılmasın ki bugün susulan her zulüm, hiçbir zaman kapıları çalmayacak! Bu büyük bir yanılgı! Bana değmeyen yılan bin yaşasın, diyerek değil; o yılanın bir gün evimizin kapılarına da dayanabileceğini lütfen unutmayalım! Çünkü adaletsizlik bulaşıcıdır hatta vicdansızlık da öyle…
Ehlileştirilemeyen insan vahşeti devrindeyiz! Ormanların yakılması, sokaktaki canlara kıyılması, kadın cinayetleri, yaşayan hemen her şeye aynı zulmün yapılması ve şişkin egolar… Dünya; kötülerin cenneti, iyilerin cehennemi gibi şimdilerde! Ama şimdilerde! Ati (gelecek), gülen yüzünü gösterinceye kadar…
O yüzden…
Bir kadının yardım çığlığına, bir hayvanın gözündeki korkuya, bir ormanın alevler içindeki sessiz feryadına kulak ver! Ve lütfen unutma: Vicdan da kullanılmadığında körelir! Oysaki biz, körelmiş vicdanlar ülkesi değiliz! Hiç olmadık, olmayacağız da!
Vahşetler sınırsız, ağızlar dilsiz… Ama hâlâ geç değil! Belki de yapmamız gereken tek şey susmamak ve böylece hiçbir suça ortak olmamak! Sevgiyle kalın değerli okurlarım…