Değerli okurlarım, sizlerin de dikkatini çekmiştir, geçmişten bugüne şöyle bir dikkatli baktığımızda izlediğimiz pek çok dizi ve filmde toplumumuzun içten içe kanıksadığı pürüzlerden bahsetmek istiyorum bu hafta… Öyle pürüzler ki üstelik bunlar, bugünkü toplum bireylerinde neyi eleştiriyorsak bir zamanlar en favori dizi ve filmlerimizde hep birlikte izleyip güle güle yozlaşmaya doğru taşındığımız pürüzler…
Hemen herkesin büyük bir beğeniyle izlediği, ben de dahil elbette, Türkan Şoray’ın hayat verdiği “Sultan” isimli film mesela bunlardan sadece biri… Filmi bütünüyle eleştireceğim ya da olumsuz bir şey söyleyeceğim şeklinde kafaları kurcalamak istediğim anlaşılmasın lütfen. Filmin ne denli seçkin sanatçılar tarafından sergilendiği yadsınamaz ancak tamamen tesadüf olarak sosyal medyada karşılaştığım bu filmdeki küçük bir sahneden bahsedeceğim. Hatırlarsınız mutlaka. Filmin son sahnesinde Sultan karakteri elleriyle yaptığı evini yine elleriyle yıktıktan sonra, kendisi gibi evinden edilen tüm mahalleliyle birlikte yeni bir yer bulmak üzere yola çıkıyorlardı. Bu esnada onu baştan beri aldatarak evlilik hayâllerini yıkan Muhtarın Oğlu Kemal de tekrar kabul görme umuduyla gelinlik ve yüzük alarak onların arkasından yola koyulmuştu. Sultan, sinirli ve tahammülsüz olduğu için de ona artık ona inanmadığını söyleyip bir tokatla geri döndürmeye çalışırken Kemal’in de karşılık olarak bir değil, iki tokat sonrasında ilan-ı aşk ederken havaya saçılan gelinliğin süzülme görüntüsünü ve Sultan’ın da bu manzara karşısında sevildiğine inanmasını da hatırlarsınız…
Özet geçeyim derken biraz uzun anlattım farkındayım ancak anlatmak istediğim şey tam olarak bu sahneyle ilintili.
Şimdi hepimizin gözünde tekrar canlanan o sahne ile aslında toplumun alt bilincine neler verildi dersiniz? Ben kendimce sıralayayım sizlerin de farklı gözlemleri varsa tartışalım:
- Erkek, kadını ne kadar aldatırsa aldatsın seviyorsa affedilmeli!
- Erkek, sevgisini ilan etmek için dahi olsa kadına tokat attığında seviyordur işte daha nasıl anlatsın?
- Hatalarından pişmanlık duymak bir yana, gelinlik ve yüzükle kadını kandırmak mümkün!
- Kadın, tokadının üstüne iki tokat da kendi yese bile, erkek gelinlik almış yüzük almış, e bir de seviyorum diyor işte demek ki seviyor ve affedilebilir…
Bu liste aslında uzar da uzar… Ancak amacım uzun uzadıya anlatmaya çalışmak değil, aslında severek izlediğimiz pek çok dizi ve filmde benzer mesajların topluma veriliyor olmasını dile getirmektir. Bugün çevremize bakıp belki ayıpladığımız, belki de kızdığımız pek çok olayın tohumlarının yıllar önceden ekilmiş olduğunu bir nebze olsun düşündürmeye çalışmak… Örneğin, bir genç kız sevgilisinden ayrılmak istediğinde onu tekrar kazanabilmenin tek yolunun evlilik teklifi etmekten geçtiğini düşünen pek çok genç olduğunu ve kızlarımızın da tam ayrılacakken evlenme teklifi karşısında duramayarak karşısındaki kişideki tüm kusurlu davranışları aynı anda silebildiğini fark etmişsinizdir. Bu sadece küçük bir örnekti, çevrenizde de şahit olduğunuz benzer durumlar olabilir.
Toplumsal yozlaşma konusu, biliyorum ki çoğumuzun şikâyetçi olduğu ve birdenbire bu kadar artış sağlayan yozlaşmanın nasıl oluştuğunu merak ettiği bir durumdur. Ancak hiçbir şey birdenbire olmadı değerli okurlarım. Bildiğiniz gibi, diziler ve filmler, çocukların ellerinden düşürmediği telefonlardaki oyunlar hatta çizgi filmler… O kadar çok şey sayılabilir ki bu yozlaşmaların gizli gizli empoze edildiğine dair…
Bu hafta, “Tanrıların Kehaneti” ve “Kâhin Tanrıların Kehaneti” kitaplarının yazarı Sayın Levent SARISU ile bu toplumsal yozlaşma ve kadının toplumdaki yeri üzerine bir konuşma gerçekleştirdik. O da kadınların, tarihimizde önemli bir güçlü kadın karakter olan Tomris Hatun güçlerinin yadsınıp gelinlik ve yüzükle kandırılabilecek zayıf karakterli insanlar olmadıklarını ancak bunların maalesef ki izlenen filmler ve dizilerle doğru orantılı olarak toplumun yozlaşmasına katkı sağlayan bilinçaltı mesajlarla beslendiği konusunda düşüncelerini dile getirdi. Müsaadenizle Adana’da yaşayan Yazar Levent SARISU’nun güçlü kalemiyle yazdığı şiirini paylaşmak istiyorum:
“Bir kadın geçiyor sokaktan
Sırtında örf, omzunda namus, kolunda katili…
Bir kadın geçiyor hayattan
Ardında bıraktığı evladının gözyaşları, göğsünde bir mermi…
Bir kadın yatıyor sokakta
Paramparça olmuş bedeni
Soğuk bir temmuz sıcağında
Üşüyor üzüntüsünü akıtarak içine
Belki yanıyor zemheri bir kış ayında
Gözlerinden kan damlıyor gözyaşları yerine
Kaderini yazıyor gözlerinin kanlı yaşı ile
Bir kadın ölüyor sokakta
İnsanlığın körlüğünde
Çaresizliğin tam köşesinde
Kalabalığın hiçliğine doğru yürürken
Yitip gidiyor yaşadım bile demeden…
Bir kadın ölüyor
Henüz kadın dahi olamadan
Oynadığı bebeğinden dH küçükken bedeni
Sığdıramıyorum o tabuta kocaman yüreğini…
Bir kadın göçüp gidiyor bu diyardan
Göründüğü için edebi…
Bıraktı ne varsa ondan arda kalan
Gözlerini kapadı sonsuzluğa ebedî… / Levent SARISU”
Sözün özü, toplumsal yozlaşma diye şikâyet ettiğimiz ve birdenbire ne kadar çoğaldı diye söylendiğimiz hiçbir şey birdenbire olmadı bildiğiniz gibi… Her şey ilmek ilmek filmlere, dizilere, oyunlara, şarkılara yani severek dinleyip izlediğimiz hemen her şeye çoktan işlenmişti. Böylece güle güle yozlaşan bir toplum olmak istemiyorsak yetiştirilen erkek çocuklarına ve kız çocuklarına cinsiyetlerine göre değil, insan vicdanı gereklerine göre eğitim sunulması, bu yozlaşma kaygılarını gelecekte en aza indirmiş olacaktır… Sevgiyle kalın değerli okurlarım…