"Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme, kırk yılın hatırına sen kalayım." /(Cemal Süreya)
"Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır."
"Gönül ne kahve ister ne kahvehane; gönül sohbet ister, kahve bahane…"
Kıymetli okurlarım; kimimizin günde en az bir kere içtiği, kimimizin çalışırken meftun olduğu kimimizinse olmazsa olmazı kahvenin, hayatımıza nasıl yerleştiğini hiç merak ettiniz mi? Annem ve kız kardeşlerim salonda benden kahve pişirmemi beklerken bense mutfakta kahvenin nasıl bu kadar meftunu olduğumuzu düşünmeye başladım. Ve onunla ilgili bu derece özlü sözlerin dahi yazıldığı, deyimlerin oluşturulduğu hatta birçok insanın bağımlısı olduğu kahve...
Gelin, birlikte yakından bakalım.
Pişirirken insana sabrı öğretir! Lezzetlisi kısık ateşte hatta dostlarım,imkân varsa közde pişenidir. Öğütülmüş kahve, su ve isteğe bağlı şekerle birlikte bir cezve içinde kısık ateşte, yavaşça köpürtülerek pişirilir. Ama kahveyi kahve yapan bununla da kalmaz. Küçük fincanlarda, ya da Adana yöremiz dışında çoğu kişinin bilmediği şekliyle çay bardağıyla sunum yapılır. Yanındaysa mutlaka bir bardak su ve lokum ile ikram edilir. Aslında bilindiğinin aksine su, kahveden önce ağzı temizlemek için içilir ki kahvenin tadı tam olarak alınsın. Günümüzde binbir çeşit kahve fincanı satın alan birçok kişi, sırf sosyal medyada birbirinden renkli ve uyumlu sunumlarla paylaşım yapabilmek için de adeta yarışıyor. Eh bu durum, bugün altı kişilik fincan takımının neden bu kadar pahalı olduğunun da ispatı olabilir tabii...
Günümüzde en çok; kahvehanelerde, kız isteme törenlerinde, sınav zamanlarında ya da çalışma hayatında kahve tüketimine rastlansa da aslında yaşamımızda olmazsa olmazlardandır.
Rivayete göre kahve, ülkemize Osmanlı İmparatorluğu zamanında girmiştir. Zamanın Yemen Valisi aracılığıyla ilk tadımı yapmışız. Kahve, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1517'de fethedilen Yemen'den İstanbul'a getirilmiştir. Yemen Valisi Özdemir Paşa'nın kahveyi çok beğenerek saraya sunmasıyla, saray mutfağına girmiş ve özel "kahveci ustaları" tarafından hazırlanmaya başlanmıştır.Zamanlaysa kahve, Osmanlı'da kavrulup dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilen ve telvesiyle birlikte sunulan "Türk Kahvesi" özel bir içecek hâline gelmiştir.Kahveler içilirken edebiyat ve fikir alışverişinin yapılması, sohbetlerin edilmesi bir ritüel hâline gelip yaşamın sosyal merkezindeki şimdiki sağlam yerini almıştır.
Benim içinse kahve, sadece fiziksel bir ihtiyaç değil; aynı zamanda dostluğun, yalnızlığın, düşünmenin ve huzurun sembolü hâline gelmiştir.
Kahveyle aramdaki ilişki, platonik bir aşk gibiydi bir zamanlar.Ta ki sınav haftasında sabaha kadar Powerpoint’le göz göze geldiğim o geceye kadar…
Sabah dörtte gözlerim ekrana kayıyor, harfler karşımda dans ediyor. Üst sınıfta okuyan ve vize sınavlarına girmeye alışkın olan ablam; “Gel sana kahve yapayım!” diyor. “Yok ya, acı o!” dememe rağmen yine de o cezbedici kokuya dayanamayarak ilk yudumu içiyorum. Ve böylece kahveyle olan dostluğumuz başlamış oluyor…
O ilk andan sonra birden her şey netleşti.Yıllar geçti, kahveyle dostluğumuz derinleşti. Filtre Kahve, Türk Kahvesi, Latte, Americano… Hepsinin bir ruh hâli var. En çok sevdiğimse kuşkusuz TürkKahvesi...
Yazdığım şu satırları okuyan okuyucum; eğer elinizde bir kahve varsa, selam olsun size de... Elinizde kahve yoksa da benden bir kahve yapın kendinize…
Tam şu anda, bu yazıyla bu yazıyla burnunuza gelen kahve kokusu ise ihtiyaç duyduğunuzda yüreğinizde daima olsun. Sevgiyle kalın, hoş kalın...