Değerli okurlarım, 7 Temmuz’da hem şehit ailelerinin evine hem de bizlerin yüreklerine düşen acı haberle uyandık biliyorsunuz. Pençe-Kilit Harekat Bölgesi’nde mağarada yürütülen arama çalışmaları esnasında metan gazından zehirlenerek şehit olan on iki askerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve Yüce Türk Milletimize de baş sağlığı diliyorum…
Bu acı haber hakkında ne desek, nasıl tarif etsek duygularımızı inanın bilmiyorum. Çünkü acının bir tarifi olmuyor bana göre ve ateş de özellikle şehitlerimiz olduğunda, sadece düştüğü yeri yakmıyor biliyorsunuz… Boğazımızı düğümlendiren şehit haberlerinin artık son bulmasını tüm toplum olarak yürekten diliyoruz…
Ve biz biliyoruz ki; bir ölür bin diriliriz! Ve şehitler ölmez! Tüm Yüce Türk Milletimizin başı sağ olsun…
Bu hafta 5 Temmuz itibariyle Muharrem ayının onuncu gününe, yani aşure pişirme günlerine girdik ve ben de bu haftaki yazımı esasında cumartesi günü hazırlamıştım. Ancak hemen her gün dinamik bir biçimde ve hızla değişen gündemimizden dolayı yayınlamaya da fırsat bulamamıştım. O yüzden bu sabah aldığımız şehit haberlerine değinmeden doğrudan yazacağım konuya değinmek istemedim. Müsaadenizle Muharrem Ayı için önceden hazırladığım yazımı sunmak istiyorum ki şehitlerimiz varken aşureden bahsettiğim algılanmasın!
26 Haziran 2025 tarihi itibariyle Muharrem ayı başlamıştı. Ve her yıl Muharrem ayının onuncu gününden itibaren de tüm ay boyunca aşureler pişirilmeye devam edecek. Yalnız çocukluk zamanlarımızda hatırladığımız, yapılan aşurelerin komşulara da dağıtılması geleneği maalesef sosyal medyanın gelenek zayıflatan huyundan nasibini almış gibi görünüyor… Hâlbuki pişirilen aşurelerden komşular nasibini alacaktı öyle değil mi?
Pişirilen aşurelerin sosyal medya mecralarında fotoğraflarının çekilip paylaşılmasından bahsediyorum, kıymetli okurlarım. Paylaşımın da şekli mi değişti dersiniz? Hani paylaşmak, eşle dostla, komşuyla, akrabayla, arkadaşla oluyordu? Nereden çıktı bu her yıl aynı zamanlarda hikâyelerde paylaşılan aşureler sizce?
Her yıl Muharrem ayı geldiğinde mutfaklardan yükselen o tanıdık koku, yalnızca bir tatlının değil, bir kültürün, bir duygunun hatta bir yaşam felsefesinin de habercisidir bana göre. Aşure…
İçinde kuruyemişten tahıla, bakliyattan meyveye kadar birbirinden farklı malzemenin uyumla kaynaştığı bu geleneksel tatlı, aslında bize bir tatlıdan çok daha fazlasını da anlatmış oluyor… Farklılıkların bir araya gelişinden doğan ahengi, çeşitliliğin çatışma değil, zenginlik olduğunu da hatırlatıyor, öyle değil mi?
Bir kazanda kaynayan her malzeme, kendi tadını korurken aynı zamanda da bir bütüne hizmet ediyor. Tıpkı toplumuzda, hayatlarımızda olduğu gibi, bir bakıma… Her birey; farklı geçmişi, inancı ya da kültürüyle o büyük “insanlık kazanının” içinde yer alıyor. Ve işte o zaman da ortaya “hayat” denilen birbirinden farklı da olsa bütüncül o eşsiz tat çıkmış oluyor…
Yaşam içinde her birimiz özünde aynı olsa da farklı aile kültürlerinden, geçmişlerinden ve hikâyelerinden geliyoruz. Temelde ortak geleneklerimiz olsa dahi her ev ayrı bir dünya, ayrı birer hayat hikâyesi taşıyor bana göre… İşte bu noktada zaman zaman farklı aile yapılarına mensup eşler arasında dahi birtakım anlaşmazlıklar yaşanabiliyor. Ancak aşure gibi farklı malzemelerden bütünde eşsiz bir tat sağlayabilmek için, birlik duygumuzun bize yardımcı olacağından hiç şüphem yok! Yeter ki doğru malzemeleri, doğru zamanlamayla birleştirip tadını, şekerini dozunda ayarlayalım! Gerisi zaten aynı kazanda kaynayan malzeme…
O yüzden aynı kazanda bin renk, bin tat için de hatta eşsiz vatanımızın her bir köşesi için de hep birlikte çok daha güzel olduğumuzu vurgulamak isterim. Şimdiden ağızları tatlandıracak güzel haberlere… Sevgiyle kalın kıymetli okurlarım…