İhanet…
Bir anda olmaz aslında.
Ne yazık ki çoğu zaman sessizce gelir; fark etmezsin. Bir bakarsın, inandığın ellerden sızmıştır en büyük yara. Söylenmeyen sözlerin, arkadan çevrilen küçük hesapların arasında bir gün aniden düşer perde gözlerinden.
İhanet sadece birine güvenmekle ilgili değildir; kendine inanışının da sarsılmasıdır. “Ben bu kadar yanılıyor olamam” dersin. Ama olmuştur işte.
Ve o an, sadece karşındakini değil, kendini de sorgulamaya başlarsın.
Nerede yanlış yaptım?
Ne zaman bu kadar körleştim?
Kim için sustum, kim için görmezden geldim?
İhanet acıdır, ama farkındalığın da başlangıcıdır. Çünkü o an anlarız; sevginin kör ettiği yerden değil, aklın sustuğu yerden vurulmuşuzdur.
Artık güvenmek zordur, ama imkânsız değildir. Çünkü gerçek farkındalık, bir daha asla körü körüne bağlanmamayı öğretir.
Kendine, sezgilerine, iç sesine yeniden güvenmeyi öğrenirsin.
Ve sonra bir gün…
İhanetin adını koymadan, yüzüne bile bakmadan geçip gidersin.
Çünkü artık bilirsin:
Bazı insanlar affı değil, unutulmayı hak eder.
Bazı yaralar kabuk bağlamaz, sadece sertleşir.
Ve sen o sertliğin içinde artık başkasına değil — kendine sadıksındır.