Mustafa Baygın
Köşe Yazarı
Mustafa Baygın
 

Dinginleşemedik Nedense

Dinginleşemedik Nedense   Türkiye olarak, p(l)andemi sürecinde bir yılı doldurmak üzereyiz. Uydurulmuş, üretilmiş, biyolojik silah olarak imâl edilmiş, insanları ve nüfus sayılarına kontrol altında tutmaya adanmış bir çalışmanın ürünü korona virüs ile adetâ imtihana tabî tutulduk. Ne oluyor, nasıl olacak, neden, niçin derken, değişken, kalıplaşmış bir hayatın dışında, yaşam ile imtihân olundu, toplumumuz ve neredeyse tüm dünya. Hayat Eve Sığar (HES) formülü ile insanlar sanki evlerine hapsedildi. Bugüne kadar süre gelen toplumsal ve zorunlu ev hapsi bizlerden neler götürdü, neler kazandırdı diye baktığımızda, artıların olduğu gibi eksilerin de varlığını görebiliyoruz. Kayıplar, yani eksiler açısından baktığımızda, en çok zarar edilen kısım, ticarî ve ekonomik olduğunu görebiliyoruz. İşyerleri kapandı, çarklar yavaşladı, işsizlik dolaylı ve direkt olarak artış gösterdi, p(l)andemi bâhânesine sığınıp, çıkarcılık peşinde koşanlar olduğunu müşâhâde edebiliyoruz. Çalışırken, “ah yıllık iznim bir dolsa, hafta sonu tatili olsa, şöyle yaparım, böyle dinlenirim” diyenler, neredeyse bir yıldır, son aylarda da, kesintisiz, hafta sonu tatil gibi evlerinde istirâhât ediyorlar. Görünen o ki, tatil, dinlenme hâyalleri kuranların çoğunun gerçekçi değil hâyalperest oldukları gözlemlendi.   HES’in Oluşturduğu Boşluk HES sürecinde, kendine meşguliyet arayanların büyük bir ekseriyâtının, özellikle sosyal mecrâlarda dolaştığını ve bu nedenle de, yalan, yanlış, yanlı, kaotik, olumsuz, huzursuz haber(!) akışı içine düştüğünü müşâhâde edebiliyoruz. Çünkü bu duyguların karşı yansımalarını, kişilerin kendi sosyal paylaşımlarında çok rahatça görebiliyoruz. Algı ve manipülasyon tuzağına çekilerek, operasyonun bir elemânı olarak kullanılmaya başladığını kendi paylaşımları ele vermektedir. Bu olumsuzluklara düşenler, sadece sosyal Mediâ paylaşımları ile deşarj mı olmuş oluyorlar, elbette ki hayır! Zaman zaman görüldü ki, olumsuzluğun yansımaları olarak, ev içi huzursuzluklara, anlaşmazlıklara sebebiyet vermiştir. Nedeni ne diye baktığımızda, altında yatan bambaşka bir gerçek ortaya çıkabiliyor. O da şudur; yukarıda da ârz ettiğimiz gibi, özellikle olumsuz haberleri çok daha fazla pompalayarak, toplumdaki korku ve endişenin arttırılmasını kendine görev edinmiş, etkileşim ajanslarının bu p(l)andemi sürecini, kendileri açısından iyi değerlendirerek, manipüle ederek, sosyal Mediâ üzerinden, büyük etki sahibi olan bu kişiler, genellikle çok sansasyonel paylaşımlar yaparak, toplumsal korkuları körüklemeyi kendilerine vâzife edinmişlerdir. Bu oluşumlar, her gün yeni yeni senaryolar, komplo teorileri, dijital felâketler ile toplumun karşısına çıkıyorlar. İşte HES sürecinde bunlara inânan, kulak verenlerin, geri paylaşımları ile ortaya çıkıyor ki, olumsuz bir kısır döngüye girmekteler. Topluma, görsel ve yazılı basına baktığımızda; gerçek olanlarla algıda yaşananlar arasındaki makas çok fenâ açılmış durumdadır. Bu da toplumdaki gerginliği, sinir hârbini zirveye taşımaktadır. Manipülasyoncular, Amaçladıklarına ulaşmış gözüküyorlar.   Neden Dinginleşemedik? Özellikle biz toplum olarak, Müslümân bir çoğunluğu olan ülkede yaşıyoruz ve olumsuzluklara karşı var olan pânzehirimizi kullanmıyoruz. Fıtrâtımızın gereği olan Îmân gücünü yükseltmiş olsak, mânevî mizâcımızı bedenimizin her zerresine, vücudumuzun tüm hücrelerine enjekte etsek gâlip gelmeye başlayacağız. Peygamberler dahi, çokta hûzûrlu günler yaşamamış iken, biz insanoğlu nasıl oluyor da, dünya hayatımızın her ânının refâh içinde olmasını tâlep edebiliyoruz. Kur’ân’ın ilk Âyeti “OKU” olmasına ve dahi “Sırâtel Mûstâgîm” üzre olmayı emretmesine rağmen, bizle “ûnzûrna” ya tâlîp olmayı yeğleyerek kendi kendimize zehir olmaya başlıyoruz. Gâflet ve dâlâlet içinde oluşumuz, kendi tarihimizden bî hâber olmamıza zemin oluştururken, manipülasyon ve kaosçuların ekmeklerine yağ sürüş olarak ayrı bir insanlık suçu işlemekte olduğumuzdan da bî hâber oluyoruz. “Yiyeceğin kadar al, aldığını ye. Yiyiniz, içiniz fâkât isrâf etmeyiniz. Gâflette olmayınız!” ikâzlarına uysak, daha az manipülasyonlara mârûz kalmış oluruz. Dolayısıyla da, daha çok okuyup yazmaya, sohbet etmeye imkân tanımış oluruz. Dînî İslâm bize Dinginleşmenin tüm formüllerini bildirmiş olmasına rağmen bizler tam tersiniz yapmaya daha çok efor sârfediyoruz. Ne diyor Allah (cc) (Râ’d, 28)’de; “Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla hûzûr bulur.” Dinginleşmek nedir mi? Sakinleşmek, iç hûzûru yakalayabilme dolayısıyla da bunu tüm toplum katmanlarına tâtbîk etmektir.   Yeniden Müslümân Olmak Geliniz, İslâm ümmeti olan bizler, yeniden Îmân etmeye gayret gösterelim, şu mel’ânet p(l)andemi sürecinin şerrini hâyra tebdil eylemiş olalım İnşâallah! Nisâ Sûresî, 136. Âyet-î Celile’de; “Ey Îmân edenler! Allah’a, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba îmân edin …” buyuruyor.   (Abdullah–Ahmet Akgül bu Âyeti; “Ey İman Edenler! (Görünüşte değil gerçekten) İman edin; ALLAH’a, (her şeyin Rabbi, sahibi, yegâne hâkimi ve kuluna kâfi; -her konuda yeterli, kefil ve vekil- olduğuna;) RESULÜ’ne, (Hz. Peygamberin en güzel örnek-model, en mükemmel rehber ve Sünnetinin hayat sistemi ve huzur prensipleri olduğuna;) Resulüne indirdiği KİTABI’na, (Kur’an’ın, ekonomiden siyasete, dış ilişkilerden sosyal adalete, bütün temel hüküm ve haberlerinin Hakk ve hayırlı olduğuna, bu İlahi kanunlara aykırı bütün kurum, kural ve oluşumların şaşkınlık ve şeytanlık sayıldığına, İlahi hükümleri bırakıp, bâtıla tâbi ve taraf olanların inkâra ve tuğyana saptığına) ve daha önce indirdiği Kitap(ların aslına ve esaslarına) iman edin (ve amelinizle-tarafgirliğinizle bunu ispatlayıp gösterin) . Kim Allah’ı, Meleklerini, Kitaplarını, Elçilerini ve Ahiret Gününü inkâr ederse, şüphesiz o uzak ve derin bir sapkınlıkla sapıtmıştır.”) diye izâhâtlandırıyor.   Suyumuzu içerken, üzerine şifâ âyetleri okuyup içiyor muyuz? Evlerimizde, işyerlerimizde, günlük olarak Kur'ân okuyor muyuz? Mevlâmız ile aramıza başka şeyleri vesile kılmaktan vazgeçiyor muyuz ve aramızdaki açıklığı kapatmaya uğraşıyor muyuz? Duâ Mü’ninin silâhı ve şifâsı olduğunu unuttuğumuzu hatırlıyor muyuz? Dertlerimizi, başımıza kalkacak, bizden usanacaklara anlattığımız kadar, Râbbîmize dertlenmeyi unuttuğumuzu, Mevlâmıza dertlendiğimizde O’nun bizi daha da seveceğini hatırlayacak mıyız? Hâşâ, hatasız kulmuşuz gibi, istiğfâr etmeyişimizi, Râbbûlâlemin olan Allah’a Tevbemizi azalttığımıza pişmanlık/nedâmet duyacak mıyız? Eskiden olduğu gibi, mevlitlerde, Câmîlerde, evlerimizde, duâlar ederken, sâlavâtı şerifeler okurken, Besmele’yi büyük bir iştiyâk ile çekerken, Râbbîmiz kâbûl buyursun diye semâya açtığımız avuçlarımızı, şifâ niyetiyle, vücutlarımıza sıvazlayıp, mesh ettiğimiz günlerimizi hatırlayıp yeniden aynı şekilde davranmaya ve çocuklarımıza da öğretmeye başlayacak mıyız?  Buyurun size/bize antibiyotik, antidepresan reçete.  Kendi nefsiniz ve kendi nefesinizle, doğal olan şifâlı ve doğal, hem de hiç ama hiçbir yan etkisi ve komplikasyonu olmayan canlı, cap canlı hücreli reçete. Evet, dinginliğimiz, kardeşliğimizi, birliğimizi, dirlik ve düzenimizi yeniden tesis etmek ve edebilmek için, o yüksek dozlu ve tesirli, kaybettiğimiz, mâ’nevî hûzûrumuzu yine ve yeniden tesis edelim. Edelim ki,  kendi rûh ve beden sağlığımızla beraber, çevremizin ve toplumumuzun da sağlığını, düzenini tesis etmeye başlayalım, İnşâAllah!     Sözün Sâhibinden;  “Ey îmân edenler! Sâbr ve nâmâzla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bâkârâ Sûresî, 153. Âyet-î Celile)
Ekleme Tarihi: 31 Ocak 2021 - Pazar
Mustafa Baygın

Dinginleşemedik Nedense

Dinginleşemedik Nedense

 

Türkiye olarak, p(l)andemi sürecinde bir yılı doldurmak üzereyiz.

Uydurulmuş, üretilmiş, biyolojik silah olarak imâl edilmiş, insanları ve nüfus sayılarına kontrol altında tutmaya adanmış bir çalışmanın ürünü korona virüs ile adetâ imtihana tabî tutulduk.

Ne oluyor, nasıl olacak, neden, niçin derken, değişken, kalıplaşmış bir hayatın dışında, yaşam ile imtihân olundu, toplumumuz ve neredeyse tüm dünya.

Hayat Eve Sığar (HES) formülü ile insanlar sanki evlerine hapsedildi. Bugüne kadar süre gelen toplumsal ve zorunlu ev hapsi bizlerden neler götürdü, neler kazandırdı diye baktığımızda, artıların olduğu gibi eksilerin de varlığını görebiliyoruz.

Kayıplar, yani eksiler açısından baktığımızda, en çok zarar edilen kısım, ticarî ve ekonomik olduğunu görebiliyoruz. İşyerleri kapandı, çarklar yavaşladı, işsizlik dolaylı ve direkt olarak artış gösterdi, p(l)andemi bâhânesine sığınıp, çıkarcılık peşinde koşanlar olduğunu müşâhâde edebiliyoruz.

Çalışırken, “ah yıllık iznim bir dolsa, hafta sonu tatili olsa, şöyle yaparım, böyle dinlenirim” diyenler, neredeyse bir yıldır, son aylarda da, kesintisiz, hafta sonu tatil gibi evlerinde istirâhât ediyorlar. Görünen o ki, tatil, dinlenme hâyalleri kuranların çoğunun gerçekçi değil hâyalperest oldukları gözlemlendi.

 

HES’in Oluşturduğu Boşluk

HES sürecinde, kendine meşguliyet arayanların büyük bir ekseriyâtının, özellikle sosyal mecrâlarda dolaştığını ve bu nedenle de, yalan, yanlış, yanlı, kaotik, olumsuz, huzursuz haber(!) akışı içine düştüğünü müşâhâde edebiliyoruz. Çünkü bu duyguların karşı yansımalarını, kişilerin kendi sosyal paylaşımlarında çok rahatça görebiliyoruz. Algı ve manipülasyon tuzağına çekilerek, operasyonun bir elemânı olarak kullanılmaya başladığını kendi paylaşımları ele vermektedir.

Bu olumsuzluklara düşenler, sadece sosyal Mediâ paylaşımları ile deşarj mı olmuş oluyorlar, elbette ki hayır! Zaman zaman görüldü ki, olumsuzluğun yansımaları olarak, ev içi huzursuzluklara, anlaşmazlıklara sebebiyet vermiştir.

Nedeni ne diye baktığımızda, altında yatan bambaşka bir gerçek ortaya çıkabiliyor. O da şudur; yukarıda da ârz ettiğimiz gibi, özellikle olumsuz haberleri çok daha fazla pompalayarak, toplumdaki korku ve endişenin arttırılmasını kendine görev edinmiş, etkileşim ajanslarının bu p(l)andemi sürecini, kendileri açısından iyi değerlendirerek, manipüle ederek, sosyal Mediâ üzerinden, büyük etki sahibi olan bu kişiler, genellikle çok sansasyonel paylaşımlar yaparak, toplumsal korkuları körüklemeyi kendilerine vâzife edinmişlerdir. Bu oluşumlar, her gün yeni yeni senaryolar, komplo teorileri, dijital felâketler ile toplumun karşısına çıkıyorlar. İşte HES sürecinde bunlara inânan, kulak verenlerin, geri paylaşımları ile ortaya çıkıyor ki, olumsuz bir kısır döngüye girmekteler.

Topluma, görsel ve yazılı basına baktığımızda; gerçek olanlarla algıda yaşananlar arasındaki makas çok fenâ açılmış durumdadır. Bu da toplumdaki gerginliği, sinir hârbini zirveye taşımaktadır. Manipülasyoncular, Amaçladıklarına ulaşmış gözüküyorlar.

 

Neden Dinginleşemedik?

Özellikle biz toplum olarak, Müslümân bir çoğunluğu olan ülkede yaşıyoruz ve olumsuzluklara karşı var olan pânzehirimizi kullanmıyoruz.

Fıtrâtımızın gereği olan Îmân gücünü yükseltmiş olsak, mânevî mizâcımızı bedenimizin her zerresine, vücudumuzun tüm hücrelerine enjekte etsek gâlip gelmeye başlayacağız. Peygamberler dahi, çokta hûzûrlu günler yaşamamış iken, biz insanoğlu nasıl oluyor da, dünya hayatımızın her ânının refâh içinde olmasını tâlep edebiliyoruz.

Kur’ân’ın ilk Âyeti “OKU” olmasına ve dahi “Sırâtel Mûstâgîm” üzre olmayı emretmesine rağmen, bizle “ûnzûrna” ya tâlîp olmayı yeğleyerek kendi kendimize zehir olmaya başlıyoruz. Gâflet ve dâlâlet içinde oluşumuz, kendi tarihimizden bî hâber olmamıza zemin oluştururken, manipülasyon ve kaosçuların ekmeklerine yağ sürüş olarak ayrı bir insanlık suçu işlemekte olduğumuzdan da bî hâber oluyoruz.

“Yiyeceğin kadar al, aldığını ye. Yiyiniz, içiniz fâkât isrâf etmeyiniz. Gâflette olmayınız!” ikâzlarına uysak, daha az manipülasyonlara mârûz kalmış oluruz. Dolayısıyla da, daha çok okuyup yazmaya, sohbet etmeye imkân tanımış oluruz. Dînî İslâm bize Dinginleşmenin tüm formüllerini bildirmiş olmasına rağmen bizler tam tersiniz yapmaya daha çok efor sârfediyoruz. Ne diyor Allah (cc) (Râ’d, 28)’de; “Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla hûzûr bulur.” Dinginleşmek nedir mi? Sakinleşmek, iç hûzûru yakalayabilme dolayısıyla da bunu tüm toplum katmanlarına tâtbîk etmektir.

 

Yeniden Müslümân Olmak

Geliniz, İslâm ümmeti olan bizler, yeniden Îmân etmeye gayret gösterelim, şu mel’ânet p(l)andemi sürecinin şerrini hâyra tebdil eylemiş olalım İnşâallah!

Nisâ Sûresî, 136. Âyet-î Celile’de; “Ey Îmân edenler! Allah’a, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba îmân edin …” buyuruyor.

 

(Abdullah–Ahmet Akgül bu Âyeti; “Ey İman Edenler! (Görünüşte değil gerçekten) İman edin; ALLAH’a, (her şeyin Rabbi, sahibi, yegâne hâkimi ve kuluna kâfi; -her konuda yeterli, kefil ve vekil- olduğuna;) RESULÜ’ne, (Hz. Peygamberin en güzel örnek-model, en mükemmel rehber ve Sünnetinin hayat sistemi ve huzur prensipleri olduğuna;) Resulüne indirdiği KİTABI’na, (Kur’an’ın, ekonomiden siyasete, dış ilişkilerden sosyal adalete, bütün temel hüküm ve haberlerinin Hakk ve hayırlı olduğuna, bu İlahi kanunlara aykırı bütün kurum, kural ve oluşumların şaşkınlık ve şeytanlık sayıldığına, İlahi hükümleri bırakıp, bâtıla tâbi ve taraf olanların inkâra ve tuğyana saptığına) ve daha önce indirdiği Kitap(ların aslına ve esaslarına) iman edin (ve amelinizle-tarafgirliğinizle bunu ispatlayıp gösterin) . Kim Allah’ı, Meleklerini, Kitaplarını, Elçilerini ve Ahiret Gününü inkâr ederse, şüphesiz o uzak ve derin bir sapkınlıkla sapıtmıştır.”) diye izâhâtlandırıyor.

 

Suyumuzu içerken, üzerine şifâ âyetleri okuyup içiyor muyuz?

Evlerimizde, işyerlerimizde, günlük olarak Kur'ân okuyor muyuz?

Mevlâmız ile aramıza başka şeyleri vesile kılmaktan vazgeçiyor muyuz ve aramızdaki açıklığı kapatmaya uğraşıyor muyuz?

Duâ Mü’ninin silâhı ve şifâsı olduğunu unuttuğumuzu hatırlıyor muyuz?

Dertlerimizi, başımıza kalkacak, bizden usanacaklara anlattığımız kadar, Râbbîmize dertlenmeyi unuttuğumuzu, Mevlâmıza dertlendiğimizde O’nun bizi daha da seveceğini hatırlayacak mıyız?

Hâşâ, hatasız kulmuşuz gibi, istiğfâr etmeyişimizi, Râbbûlâlemin olan Allah’a Tevbemizi azalttığımıza pişmanlık/nedâmet duyacak mıyız?

Eskiden olduğu gibi, mevlitlerde, Câmîlerde, evlerimizde, duâlar ederken, sâlavâtı şerifeler okurken, Besmele’yi büyük bir iştiyâk ile çekerken, Râbbîmiz kâbûl buyursun diye semâya açtığımız avuçlarımızı, şifâ niyetiyle, vücutlarımıza sıvazlayıp, mesh ettiğimiz günlerimizi hatırlayıp yeniden aynı şekilde davranmaya ve çocuklarımıza da öğretmeye başlayacak mıyız?

 Buyurun size/bize antibiyotik, antidepresan reçete.  Kendi nefsiniz ve kendi nefesinizle, doğal olan şifâlı ve doğal, hem de hiç ama hiçbir yan etkisi ve komplikasyonu olmayan canlı, cap canlı hücreli reçete.

Evet, dinginliğimiz, kardeşliğimizi, birliğimizi, dirlik ve düzenimizi yeniden tesis etmek ve edebilmek için, o yüksek dozlu ve tesirli, kaybettiğimiz, mâ’nevî hûzûrumuzu yine ve yeniden tesis edelim. Edelim ki,  kendi rûh ve beden sağlığımızla beraber, çevremizin ve toplumumuzun da sağlığını, düzenini tesis etmeye başlayalım, İnşâAllah!

 

 

Sözün Sâhibinden;

 “Ey îmân edenler! Sâbr ve nâmâzla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bâkârâ Sûresî, 153. Âyet-î Celile)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve adanayerelhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.