Hayatımızda sık sık, derinlerdeki duygusal boşlukları para ile doldurmaya çalışırız. Sevgiyi göstermenin, değer vermenin yolu olarak görürüz parayı. Çocuğumuza ayıracak vaktimiz yoksa, ona pahalı bir oyuncak alırız. Eşimize derdimizi anlatacak sabrımız yoksa, bir takı ya da çiçekle susturacağımızı sanırız. “Aşkın ekmeği, aşkın tuzuyla yenmez” olunca, yerini pahalı restoranlara bırakır. Oysa bu, ilişkilere zarar veren büyük bir yanılsamadır.
Fakat işin bir de tam tersi yüzü var: Bir de bunu “yokluk” üzerinden yapanlar var. Sürekli “param yok”, “yapamıyorum”, “alamam” diye yakınarak, etrafındakileri bir şeyler vermeye, acımaya ve yardım etmeye zorlayanlar... Bu, göründüğü gibi masum bir durum bildirimi değil, aslında bir “dilenci zihniyetidir”. Dilenci değillerdir belki ama “yokluk bilinci” ile hareket eder, mağduriyetlerini bir kalkan, bir geçim aracı haline getirirler.
"Param Yok" Demenin Ardındaki Saklı Zihinler:
· Çocuk Bilinci: Tıpkı bir çocuk gibi sürekli alma eğilimindedir. “Veren eli” değil, “alan eli” olmayı bilir. Kendi ayaklarının üzerinde durmak yerine, hep bir “anne-baba” arar etrafında. “Düşersem tutacak bir el arar” daima.
· Kurban Bilinci: Hayatın ve insanların kendisine hep zulmettiğini düşünür. “Neden hep ben?” der durur. Bu mağduriyet, onun için ilgi ve şefkat toplamanın en etkili yoludur. “Kurtarıcı” bekler.
· Tembel Ruh Hali: Üretmek, emek vermek, mücadele etmek yerine, hazıra konmanın, başkasının sırtından geçinmenin rahatlığını seçer. “Ayağını yorganına göre uzatmak” yerine, yorganı başkalarından istemeyi tercih eder.
Oysa “Aç ayı oynamaz”. Elbette para, hayatı idame ettirmek için gereklidir. Ancak asıl mesele, onu bir araç olarak mı, yoksa bir kimlik ya da bir silah olarak mı gördüğümüzdür.
Sağlıklı Olan Denge Nerede?
Gerçek mutluluk ve onur, alma-verme dengesini kurabilmekten geçer. “Veren el, alan elden üstündür” sözünün hikmeti buradadır. Ancak bu, veren olabilmek için önce “alabilen” ve en önemlisi “üretebilen” birisi olmayı gerektirir.
· Üretmek: Kişinin alnının teriyle, emeğiyle kazanmasıdır. “Emek olmadan yemek olmaz.”
· Bilinçli Harcamak: Kazandığını israf etmeden, ihtiyaçlarına ve olanaklarına göre harcayabilmektir. “Damlaya damlaya göl olur, gide gide yel olur.”
· Onuru ile Vermek: Başkalarının hakkına göz dikmeden, minnet beklemeden, eli açık olabilmektir. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” anlayışıdır.
· Onuru ile Almak (Kabul Etmek): İhtiyacı olduğunda yardım kabul edebilmek, ancak bunu bir alışkanlık ve tembellik haline getirmemektir.
Unutmayalım: Para, “yaşamı kolaylaştıran bir enerji aracıdır”; bizim değerimizi, karakterimizi veya ruhumuzun zenginliğini asla tanımlayamaz. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Önce insan, sonra para. Asıl zenginlik, içinizdeki “yokluk bilincini” yok edip, “bolluk ve üretme bilincini” yeşerttiğinizde başlar.