Değerli okurlarım, öncelikle bugüne kadar köşemizde buluştuğumuz ve beni daha çok yazmaya teşvik eden tüm yorumlarınız için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta takvimlerimiz 29 Aralık 2023 Cuma gününü gösterirken Fenerbahçe-Galatasaray Süper Kupa maçımızı, hiç sahaya çıkmadan kazanmış olduk. Maçı, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ve elbette ki millî birlik duygumuzun öncülüğünde hep birlikte muhteşem bir golle tamamlamış olmanın gururu içerisindeyim.
2024 yılının ilk köşe yazısına başlarken bu gururu paylaşmadan konuya giremeyeceğimi bilenler bilir! Haklı gururumuzu yurdumuzun dört bir yanında coşkuyla kutlamış olduk. Bir kez daha anladık, gördük ve göstermiş olduk ki biz hep birlikte, muhteşem ay yıldızlı bayrağımızın altında, millî değerlerimize sahip çıktığımız sürece çok daha güzeliz…
Bunların yanı sıra bu hafta değinmek istediğim bir diğer konu da beni her dışarı çıktığımda yabancı bir ülkedeymişim gibi hissettiren, gittikçe yabancılaştıran dil sorunu… Dil sorunundan kastım, artan mülteci sorunundan kaynaklanan ve hemen her yerde karşımıza çıkan yabancı tabelalar ya da çoğu söyleneni anlamadığımız farklı millet dili değil; öz be öz kendi öz Türkçemizde karşılaştığımız kelimeler. Bu noktada, ‘E, diğer sorun daha önemli, ona değinmeden, kendi dilimizi mi eleştireceksin!’ denilebilir. Ancak ben, iyileştirmenin, önce kendimizden başlayabileceğine inanlardan olduğum için, ilk olarak kendi dilimizde öne çıkan bir sorundan bahsetmek istedim.
Aslında her şey, geçtiğimiz günlerde son kitabımın editör görüşmelerini tamamlamak için dışarı çıktığımda arka masada oturan bir grup gencin ne dediğini anlamadığımı fark etmemle başladı. Türkçe konuşuyorlardı evet, kelimelerin büyük bir kısmı Türkçeydi ancak konuşmalar, yeni bir dilin türediğini ve benim muhtemelen çağın çok gerisinde kalmış olduğumu hissettirecek türdendi!
Aklımda kalan birkaç tanesini sizlerle de paylaşmak istiyorum. Örneğin; “Ghosting işi senden sorulur, Love durumların nasıl, Lovebombing yapmadın mı, Goblin bu tam Goblin…” Şimdi az çok İngilizcesi olanlar bu çocuklarımızın ne dediğini anlayabilir elbette. Abarttığım da düşünülebilir; hatta bunlarda anlaşılmayacak ne var da denilebilir. Lisans eğitimini Turizm alanında yapmış olan biri olarak İngilizce kelimelere pek de yabancı sayılmam tabi ancak burada vurgulamak istediğim, neden buna ihtiyaç duyuyoruz? Almanca ve İngilizce ile ortaokul yaşlarından beri haşır neşir olan birisi olarak bu konuşmalar bana ne yalan söyleyeyim, ilk anda uzaydan inmişim gibi hissettirdi.
Bunlarla da bitmiyor, bir de “Güno” sorunumuz var! Özellikle ortaokul ve lise yaşlarındaki ilk gençlik dönemlerinde olan gençlerden sıklıkla duyar olduk bu “Güno”ları… Bu kelimeyi 15 yaşındaki yeğenimden öğrendim ve bilmeyenler için Türkçeye çevireyim, “Güno” kelimesi “Günaydın”ın genç nesil versiyonu.
Hani çoğu ebeveyn şikâyet ediyor ya çocuklarımız kitap okumuyor diye, ben bu dilde oluşan sorunların da yine aynı sorundan kaynaklandığını düşünüyorum.Kitap okumak yerine, sosyal medya platformlarından kısa video takibi yapan genç zihinler, maalesef ki Türkçe dilimizin güzelliğini da o kısa videolar arasında kaybediyor. Bu durumda tüm suçlu ya da sorumlu genç zihinler değil elbette. Videolara sıkıştırılmış ve kısaltılmış kelimeler bir yana, yarı Türkçe yarı İngilizce bir dil karışımıyla konuşmanın, havalı bir duruş yaratacağına inanan yetişkinler de mevcut.
Bir dönem “Plaza dili” diye tabir edilen Türkçemize serpiştirilen İngilizce kelime karışımları, başta değindiğimiz millî birlik duygumuzla sizce de çelişki yaratmıyor mu? Türk olmamızla gurur duyan ve bu haklı gururunu ilelebet yaşatacak olan tüm milletimizin, her şeyden önce Türkçemize de sıkı sıkı sarılması ümidi ve lügat paralama; yani konuşma dilinde yer almayan, yabancı, ağdalı, anlaşılmaz kelimeler kullanmanın havalı olmadığının da fark edilmesi dileğimle…