Makamların Gölgesindeki Çaresizlik ve Duruşun Kıymeti
Hayat sahnesinde yükselen makamlar ve mevki sahipleri... Onlara bakınca aklımıza gelen ilk
şey, sarsılmaz bir güç ve kesin kararlılıktır değil mi? Oysa perdenin arkasına yaklaştıkça, o koca koca
insanların omuzlarındaki kaygı ve endişelerin ağırlığını görmek insana öyle şaşırtıcı geliyor ki.
Gözümüzde büyüttüğümüz o makamların aslında bir zırh değil, çoğu zaman bir kafesten ibaret
olduğunu fark ediyoruz.
Kanunları ve yönetmelikleri uygulamaktan çok, uygulayacakları kararların sonuçları arasında
sıkışıp kalmaları, bu çaresizliğin en net göstergesi oluyor. Kurallar önlerinde dururken dahi, "Kural bu
arkadaş, babam da olsa tanımam!" diyebilen bir duruşa rastlamak ne yazık ki çok zor olduğuna şahit
oluyoruz. Çünkü oraya bir talimatla gelmiş olmanın, talimat verenlerin gölgesinden ayrılamamanın
bedelini ödüyorlar sanki. Makamlar geçici birer elbise, mevkiler ise kısa süreli birer koltuktur. Oysa
asıl olan, bir ömür sürecek olan duruşumuz ve karakterimizdir.
İşte bu noktada, merhum Üstat Muhsin Yazıcıoğlu’nun o kıymetli sözü, bir manifesto gibi
yükselir iç sesimizde: "Bir saniyesine bile hakim olamadığınız bir hayat için, bir dünya için bu kadar
fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız,
doğru gideceğiz."
Bu söz, varlığımızın ve varoluş gayemizin ne kadar net olması gerektiğini ortaya koyan, paha
biçilmez bir hayat dersidir. Üç günlük dünyada, fırıldak olmanın, eğilip bükülmenin, kişisel çıkarlar
uğruna ilkelerden taviz vermenin mantığı yoktur. Zira bu dünya ne makam sahiplerine ne de talimat
verenlere baki kalmıştır. Tarih kitapları nice zaferleri yazsa da o zaferlere nail olanları dahi bu
dünyadan koparıp almıştır.
İnsanı asıl değerli kılan, arkasında bıraktığı dürüstlük mirası, eğilmeyen duruşu ve vicdanıdır.
Makam ve mevkilerin geçiciliğine rağmen, duruşun kalıcılığına ve bu duruşun Yaratıcı katındaki
mükafatına olan inanç, insanı bağımlılıktan ve korkudan kurtarır. Sürekli birilerine "gebe" kalarak,
emir kulluğunda yaşamak yerine; hür, onurlu ve dik bir hayat sürmenin yolu budur. Bu yol insanı
hem özgür kılmakta, hem de cesaretin getirdiği özgüvenle birlikte her türlü zorluğun üstesinden
gelme gücü vermektedir.
Korkularıyla yaşayan, sürekli birilerine yaranma telaşında olan bir makam sahibi, aslında
makamının esiridir. Gerçek kudret, makamın gücünde değil, makamı erdemle taşıyan karakterin
sağlamlığındadır. İnsanların senin için, “o asla taşın altına elini sokmaz” demesindense;
“gerekiyorsa “hak” için, ezileceğini bile bile elini değil tüm bedenini kaya da olsa altına koyar”
denmesi, bu dünyada bırakılacak en onurlu duruş ve en güzel mirastır. Korkak bir makam sahibi
olmaktansa, cesaretle çakallarla mücadele eden bir çoban olmayı tercih etmek, daima daha onurlu
olacaktır.
Unutmamak gerekir ki, hayat, bir film şeridi gibi akıp gidecek ve o şeritte bükülmelerle dolu
bir figür olmaktansa, dik, doğru ve onurlu bir surette kalmak, en büyük miras olarak kalacaktır.
Muhsin Yazıcıoğlu’nun da işaret ettiği gibi, bir saniyesine bile itimat edemediğimiz bu dünyada fırıldak
olmanın kimseye bir faydası yoktur. Geriye kalan tek şey, vicdanın huzuru ya da pişmanlığı olacaktır.
Duruşumuz, karakterimizdir. Ve karakter, geçici hiçbir makamla değiş tokuş edilemeyecek kadar
kıymetlidir.
Ömer KACAR
Denizli Merkezefendi Eğitim Gücü Sen Temsilcisi